KÜLTÜR - SANAT
Giriş Tarihi : 22-12-2022 10:17

40 yıllık tecrübe, sanatseverlerle buluştu

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Münevver Üçer, Şehir Sanat Söyleşileri çerçevesinde Başakşehir Akademi’de sanatseverlerle buluştu..

40 yıllık tecrübe, sanatseverlerle buluştu

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Münevver Üçer, Şehir Sanat Söyleşileri çerçevesinde Başakşehir Akademi’de sanatseverlerle buluştu.
Türkiye’nin önde gelen tezhip ve tasarım sanatçılarından biri olan Prof. Dr. Münevver Üçer, “21. Yüzyıldan Klasik Sanatlara Modern Bir Bakış” konulu seminerde öz sanatlara yönelik 40 yıllık tecrübelerini sanatseverlerle paylaştı.

“Meslekler özgür iradelerle seçilmeli”
Minyatür sanatçısı Leyla Kara’nın moderatörlüğünde düzenlenen etkinlikte fırçanın ve kalemin elinden hiç düşmediğini belirten Münevver Üçer, ebeveynlerin çocuklarının meslek seçiminde özgür bırakmalarının gereğine değinerek, “Meslekler özgür iradelerle seçilmeli, kişiliklerle özdeşleşmeli” dedi.
Konuşmasında tüm toplumlarda sanatçıların kendinden sonraki asırlarda eserleriyle yaşama özlemi içinde olduğunu belirten Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Öğretim Üyesi Münevver Üçer, tezhibin “T”sini bilmediği bir zaman diliminde Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdiği sınavda karşısına çıkan “Lale ile ilgili albüm kapağı tasarlayınız” cümlesinin, sanat ve estetik güzelliklere kapılar araladığını ve böylelikle 40 yıldır lale motifinin hayatının öznesinde yer aldığını belirtti.

“Tezhip altınla yapılan bir süsleme sanatıdır”
Moderatör Leyla Kara’nın “Tezhip nedir?” şeklindeki sorusunu, “Tezhip altınla yapılan bir süsleme sanatıdır, tezhip bezemelerinde yoğun olarak kullanılan mavi, gökyüzünü; altın da güneşi sembolize eder” şeklinde cevaplayan MSGSÜ Öğretim Üyesi Münevver Üçer, tezhip motiflerinin kaynağını tabiattan, hayvan ve bitkilerden aldığını, toplumlar nezdinde çiçek sevgisinin hiçbir zaman bitmediğini vurgulayarak ilk süsleme örneklerinin 8’inci ve 9’uncu yüzyıllara tarihlendiğini ifade etti.
Tezhibin kenar süslemesi şeklinde algılanmaması gerektiğini dile getiren Münevver Üçer, tezhibin müstakil bir tabloya dönüştüğünde eser niteliği kazandığını, eser denilmeye keza her bir tezhip levhasının bir ve biricik olması gerektiğini ve tekrar tekrar yapılmaması lazım geldiğini söyledi.
“Güzel, neye göre, kime göre güzel”
“Sanat güzel olmak zorunda mıdır?” şeklindeki soruyu, “Güzel, neye göre, kime göre güzel?” şeklindeki soru cümleleriyle karşılayan Prof. Üçer, “Güzellik mefhumu göreceli bir kavramdır. Eser eğer beni mutlu ediyorsa ‘evet, Münevver Üçer, istediğin oldu’ diyebiliyorsam, işte o eser benim için en güzeldir” diye belirtti.
“İlhamın peşinden koşuyorum”
İlhamın gelmesini beklemediğini, bilakis, ilhamı kovaladığını belirten Münevver Üçer, 16’ncı yüzyıl sanatkarlarına gıpta ettiğini belirterek, “16’ncı yüzyılın sanatçıları çok şanslı. Bir defa başlarında güçlü hamileri, padişahları var. Marifetleri iltifat görüyor. Koşuşturmacaları yok. Büyük bir sarayın içinde yaşayıp yine orada, o mekanda mutlu mesut bir şekilde, huzurlu bir ortamda eser üretiyorlardı. Günümüzde de sanatçıların eserlerini takdir eden birileri olmalı. 21’inci yüzyıl sanatkarlarının en büyük sorunu hamilerin olmayışıdır” açıklamasında bulundu.

“Fatih, portresini yaptırarak kalıcı olmak istedi”
Osmanlı devletine nazar edildiğinde padişahların sanatçılara çok büyük imkanlar sunduğunu, örneğin sanat ve estetik alanda büyük bir algıya sahip olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın, portresini çizdirmek için İtalyan ressam Bellini’yi İstanbul’a, Topkapı Sarayı’na davet ettiğini belirtti ve Fatih’in, elinde gül bulunan meşhur portresiyle kalıcı olmak isteğine vurgu yaptı. Daha sonra ise Fatih Sultan Mehmet Han’ın Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’da, Topkapı Sarayı’nda büyük bir nakkaşhane ve kütüphane kurduğunu belirttikten sonra dönemin sanatkârlarına muhtelif görevler verdiğini, sanatkârlar arasında Baba Nakkaş’ın öne çıktığını, ismi mezkür sanatçının alışılmışın ve dahi klasiğin dışında eserler üreterek adını bugüne kadar yaşatmayı başardığını, yumuşak hatlı yapraklar ve nohudi kağıtların Baba Nakkaş’a işaret ettiğini söyledi.
Prof. Dr. Münevver Üçer, Kanuni Sultan Süleyman dönemine gelindiğinde bu kez başnakkaş olarak Şahkulu’nun görevi devraldığını Şahkulu’nun, bir orman edası içindeki saz yolları ve ejderha figürleriyle adından söz ettirdiğine dikkatleri çekti. Yavuz Sultan Selim Han’ın sanatçıları Doğu seferlerinden bir nevi ganimet olarak İstanbul’a getirdiğini, her türlü imkanlarla donatılan sanatkarların hamilik sistemi içerisinde birbirinden ala keyfiyeti haiz eserler ürettiğini belirten Üçer, Şahkulu’nun öğrencisi Karamemi’nin de kısa sürede kendine ait bir üslup oluşturduğunu dinleyicilere aktardı.
Yarı stilize çiçek motiflerini Türk süsleme sanatı tarihine kazandıran Karamemi’nin en önemli eserinin Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan için kaleme aldığı Muhibbî Divanı’nın tezyinatı olduğunu belirten Üçer, haddizatında belli başlı bir bütünlük içerisinde farklı sanatçıların fırçalarının dokunuşlarıyla hayat bulan Muhibbi Divanı’nın müstesna bir sanatçılar albümü olarak Türk sanat tarihindeki yerini aldığını belirtti.
17’nci yüzyıl sanatının bir devam niteliğinde olduğunu, Türk sanatının 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda Barok ve Rokoko süslemeleriyle anılmaya başladığını, Barok’un bizatihi belli başlı güç ve kuvvet gösterisi olduğunu, bununla birlikte bu toprağın sanatkarlarında dinginliğin, sadeliğin, eşitliğin ve denge unsurunun öne çıktığını, bu süreçte sanat tarihine Türk Rokokosu adı verilen bir akımın kazandırıldığını da ifade eden Münevver Üçer, lale ve çiçek albümleriyle adından söz ettiren Ali Üsküdari’nin özellikle cönk albümlerine doğadaki çiçekleri tonlayarak natüralist üsluplu kalıcı çiçek motifleri nakşettiğini sözlerine ekledi.

“Herkes kendine göre güzeli yapıp mutlu olacaktır”
8’inci ve 9’uncu yüzyılla başlayan, İslam’la şahlanan ve bir ayağı geleneksele yaslanan tezyini sanatlar yolculuğunun geçilen her uğrakta çağından yeni esintilerle yeni bir ivme kazanarak 21’inci yüzyıla kadar geldiğini ve bu asırda elinde fırça olan hemen herkesin sanatın tekamülünden bir şekilde sorumlu olduğuna işaret eden Münevver Üçer, “herkes kendine göre güzeli yapıp mutlu olacaktır” dedi.
“Klasik kompozisyon önemli”
Konuşmasına resim sanatından bir örnekle devam eden Münevver Üçer, “Klasik kompozisyon önemli. Bu durum tezhipte olduğu kadar resim için de geçerli. Resimde klasik kompozisyona hâkim olunmadan; el, göz, yüz ve surat anatomisinde vukufiyet kazanılmadan soyut resim yapılamaz” diye vurguladı.
“Tezhibi bir varoluş döngüsü şeklinde telakki ettim”
Hislere de vurgu yapan Üçer, “Sanatta hissettiğimiz çok önemlidir. Klasik çok önemlidir. Ben de klasikle işe başladım. Yıllarca klasik çalıştım, levha kenarlarını tezyin ettim. Bu süreçte tezhip de bir dönüşüme uğradı ve bir nevi levha sanatına evrildi. Bu süreçte ben de renklerle oynadım, formlarla oynadım, tezhibi bir varoluş döngüsü şeklinde telakki ettim. Bir süre sonra altına, zemine, boyaya mücevher unsurunu, yarı değerli taşları kattım. Daireler, oluşlar, arayışlar birbirini takip etti. Bu süreç zamanla eserlerde de kendini belli etmeye başladı. Bu noktada ‘tezhip illa kağıt olarak kalmamalı’ diyerek çalışmalarıma üçüncü boyutu, çamuru, seramiği, heykeli ve sedefi dahil ettim” dedi.
“Her eser beni coşturuyor”
Hala 21’inci yüzyıl tezhibinin şekillenmesi yönünde gayret sarf ettiğini belirten Prof. Dr. Münevver Üçer, “Her eser beni coşturuyor. Beni Floransa Bienali’ne davet ettiler. Eserimi orada astım, yanına bir de büyüteç koydum. Çalışman 600 eser arasında ikinci oldu. Eserimi inceleyenler “şimdiye kadar böyle ince bir iş görmedik” dediler. Büyüteçle baktılar. Daha sonra Bienale tekrar davet ettiler. Bu kez Jüri Özel Ödülü’nü aldım” diye vurguladı.
Ailelerin, geleceğin teminatı olan çocukları çok küçük yaşlardan itibaren müze ve sergi gezileriyle öz kültür ve sanatlarla tanıştırmasının önemini vurgulayan Münevver Üçer, “Maalesef cumbalı evlerimiz, yerlerini Fransız balkonlara bıraktı, çiçeği seven bir kültür, topraktan uzaklaştı ve biz kendimize değer vermezsek bize kim değer verecek suallerini dinleyicilerin irfanına arz eden Münevver Üçer, Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlediği sergide kızının eserlerine de yer vererek kendisini yüreklendirdiğini de belirtti.

“Tezhip sanatı birkaç yılda öğrenilemez”
Konuşmasında “tezhip sanatını icra edenlerin sanatı doğru bir şekilde gelecek nesillere aktarma gibi önemli bir sorumluluğu da kuşanması gerektiğini belirten Münevver Üçer, tezhip sanatının birkaç yılda öğrenilemeyeceğini, kendisinin 40 yıldır Türk sanatının içinde yoğrulurken yeni şeyler öğrenmeye devam ettiğini belirtti.
Prof. Dr. Münevver Üçer, resim, heykel ve geleneksel Türk Sanatları bölümleri üzerine kurgulanan ve halihazırda 140’ıncı kuruluş yıl dönümünü kutlayan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde geleneksel sanatlar bölümünün hak ettiği ölçüde temsil edilemediğini, atölye ortamlarından yoksun öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin imkansızlıkla mücadele ettiğini sözlerine ekledi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Münevver Üçer, “Gelenek gelecektir, kültürümüze, irfanımıza sahip çıktığımız ölçüde geleceğimizden emin olabiliriz” cümlesiyle sözlerini tamamladı.